21.10.2015

ROMAN GÜNLÜĞÜ II



MARUHA' nın romanından yeni bir bölüm:




"İlkokul öğretmeni Veciye Hanım, etrafını saran her boydan ve yaştan çocukla ana kraliçe yürüyüşünü tamamlayıp dereboyunda gözden kaybolduğunda, ekmek peynirini kemirmeye devam ediyordu Sevinç. Bir yandan da mürüvet sözcüğünün kendisine ne kadar uzak düştüğünü hesaplamaya çalışıyordu. 
Evlenmek isteyen kimdi? Hiç evlenmeyecekti ki o. Kadınların erkeklerlerle birtakım makul anlaşmalar imzalayabileceklerini sanmaları sonu muhtemelen hüsranla neticelenecek nafile çabalardı. Onun yapacak çok daha önemli işleri vardı. Resmin ve sanatın kalbi, Bohemya’nın başkenti Paris’e gitmeyi, Monmartte sokaklarında yürümeyi arzuluyordu. Hem Yeşilköy Havalimanı da artık hizmete açılmıştı. Cebinde beş kuruş parası yoktu ama kendine inancı vardı. İnsanın kendine inancının olması en mühim meselelerden biridir. Moulin Rouge’a uğramak, Lautrec’in kankan kızlarının danslarını eskiz defterlerine karalamak, izbe kafelere dadanan expresyonistlerle laflamak, bunalımlı dadaistlerin sert tartışmalarına katılmak, parlak renkli ecnebi boyalarıyla ışıklı resimler yapmak, güneşin kentin üzerindeki seyrinin peşine düşmek, tebeşirle caddeleri boyamak, kuvvetli bir yağmurun asfaltaki eserleri acımasızca silişini izlemek, sonra tekrar ve tekrar çizmek, sıkılınca Jardin des Tuileries parkta oturup gelip geçenleri, banklarda sabah kahvelerini yudumlayanları, öğle şekerlemesi yapanları, gazetesini pek ciddi bir yüz ifadesiyle okuyanları, öpüşenleri, sevişenleri, kumruları, güvercinleri, serçeleri, ağaçları, heykelleri, binaları gözlemlemek, meydanlarda başkentin en delicanlı flanörü olarak dolaşmak istiyordu, aklını yitirecek denli istiyordu bunu."



14.10.2015

Öykü


Küstahlıkları Kılıflama Bakanlığı

Peter Paul RubensMassacre of the Innocents,(Masum Çocuklar Katliamı ) 1611–12 (Ontario sanat Galerisi),


O yüzyılın ilk çeyreğinde, Küstahlıkları Kılıflama Bakanlığı fazla mesai yapıyordu. Hummalı bir karınca faaliyeti yürütüyordu erkli kullar. Bedenler bombalanarak itinayla soyuluyordu, cüretli cehaletin ateşi körükleniyor ve hırslı bir ağız ortasından biteviye dişliyordu kadim insanlığı. Güvercin ruhlar sabah akşam öğütülüyordu dev kazanlarda. İşler bir türlü bitmek bilmiyordu, kentlerde günbegün emsali görülmedik bir biçimde yeni güvercin ruhlar türüyordu.
İstikrarlı Hissizleştirme Timleri, gün doğumuyla mahallelere dağılıyor, üzerlerine tünemek için sağlam yapılı göğüs kafesleri arıyorlardı. Sırttan kamburlaşırken sizleşmek pek kolayken insanlar bir türlü sizleştirilemiyordu. İnatçı mizaçlardan çok bunalıyordu devlet, bu durum bezdiriyordu bütün erkli kullarını. Denizleri de kaldırıyordu bakanlık. Fenerler birer birer yıkılıyordu. Martılar bile çöplüklerden göçüp gidiyorlardı öbek öbek. İklimi kışa sabitlemişti mühendisler, yaralı ruhlar donarken yönlerini bulamasınlar diye tüm pusulalara manyetik alanlar yüklemişti çalışkan teknikerler. Vahşetin aktörleri kendi eklem yerlerinden mesul tutulmuştu. Sürüp giden gafleti sevaplamak için her kuşluk vakti, muhtarlıkların önünde önceden kılınmış kıyılmışlıklarıyla sahte deliler yeni bir av temsili sahneliyorlardı. Son toplu cadı katliamından bu yana hiç bu kadar kanamamıştı sokaklar. Katli vacip de çıkartmıştı donmaya sevdalı ruhlara, patikalarda pusulasız yürüyen yalın ayaklara çelik sertliğinde, sivri çiviler de icat ettirmişti devlet. Küstahlıkları Kılıflama Bakanlığı’nın tüm gayretlerine rağmen, dikleştikçe kökleşiyordu yaşam hakkı ve ruhu donmadan açmayan bir nergisti umut. Dondukça bir anka kuşu gibi çıkarıyordu kafasını çorak topraktan. Bir kez daha kül ve toz olana dek uçuyordu şehirlerin üzerinde. 

30.09.2015

YAZMANIN KURALLARI

Bu aralar, bir gün gelir de -olacağı tutar ya- bir edebiyat köşesi/sitesi/dergisi editörü benden "yazmanın kurallarını" sıralamamı rica ederse ne derim diye düşünüyorum. Mesele mühim.
O gün geldiğinde buradan kopya çekeceğim. 

Resim: Pietro Rotari, Young Girl Writing a Love Letter, 1775


Soru: Bade Osma Erbayav'a göre yazmanın kuralları nelerdir?
Cevap: "Reca ederim, bu bahsi kapatalım."


Not: Cevap, güzel insan, kadim ruh Adalet Cimcoz sesiyle okunmalı.


Dostlukla...

23.09.2015

ROMAN GÜNLÜĞÜ I




MARUHA'nın hikayesi yazılıyor...



     Fotoğrafta Maruha, Güzel Sanatlar Akademisi'ndeyken. Muhtemelen birinci sınıfın sonu.



Dün gece yarımadayı karman çorman eden, yolları yaran, ağaçları çatırdatan, arabaları seline katıp denize sürükleyen, kumsalları alıp götüren son otuz yılın en güçlü sağanak fırtınası sonrasında bu sabah, az uykuya rağmen, güneşli, şıkır şıkır, tertemiz bir güne uyandım. 
Kos adasına, Bağla ve Yaka tepelerine kadar kristal berraklığında bir görüş imkanı, mis gibi hava ve pencereyi açtığım an içime dolan kahverengi toprak kokusu... 
İlk ışıklarla doğa kendini yenilemişti bile... 
İnsan, zaten, sadece doğaya hayran olsun diye yaratılmış 'teferruat' bir mahluk...
Ufak bir atıştırma sonrası eski fotoğraf balyalarına gömdüm kendimi. Tanığı olduğum böylesi bir yaşam karşısında heyecan duymamak elde değil. 
Önümdeki fotoğraf arşivinden bir değil on roman çıkar elbette, fakat şimdilik sadece bir roman için enerjim var. :) 
Zaman yolculuğuna bir süre ara verdim ve sizinle Maruha'nın kendi çizdiği bir resmiyle Akademi'deyken çekilmiş bir fotoğrafını paylaşmak istedim. 

Dostlukla...

Bade

Not: Fotoğraf bonustur. Kitapta yer alır mı, henüz bilemiyorum.

21.08.2015

TARTIŞMA: Aristoteles "Poetika" & Kafka “The Metamorphosis”


Aristoteles’in Poetika’sıyla okuduğumuzda, Kafka’nın The Metamorphosis”*i neden dramatik bir metne çevril(e)mez?

Giriş Notu: Dönüşüm’ü**, Aristoteles’e göre tragedyayı tragedya yapan altı unsurdan ilk üçü ile, Poetika’dan*** alıntıladığım aşağıdaki paragraf doğrultusunda tartışacağım.


 “ The Fable, in our present sense of the term, is simply this, the combination of the incidents, or things done in the story; whereas Character is what makes us ascribe certain moral qualities to the agents; and Thought is shown in all they say when proving a particular point or, it may be, enunciating a general truth.”
(VI-5)


PLOT (Olay Örgüsü)

-(Coherent)Combination of incidents, An action of the unity, Magnitude

Aristoteles eylem birliğini, aksiyonun kesintisizce zihnimizde sürmesinin sağlayan “birlikli ve tamamlanmış bir eylemin taklidi” olarak ele alır. Bir taraftan da “… bu eylem, yalnızca tamamlanmış bir eylem olmayıp aynı zamanda korku ve acıma duyguları uyandıran olayları da kapsar. Bunlar ise herşeyden önce, olayların beklenmedik anda birbirlerini kovalamalarıyla ortaya çıkarlar.” der.

Burada bahsi geçen, olayların birbirine bağlanırken yarattığı güçlü neden-sonuç ilişkisidir. Bir eylemin sonucunun bir diğerinin nedenini zorunluluk ve olasılık dahilinde doğurması gerekir. Dönüşüm’de eylemlerin birbirlerinden doğmadıkları/çıkmadıkları söylenebilir. 

Şöyle ki; Gregor bir gün uyanıp kendini böcek olarak bulmasaydı, babası borçlarını ödemek ve hayatlarını idame ettirebilmek için müstahdemlik yapmak zorunda kalmaz, Grete ve anne de evin harcamalarına ve borçlarına yardımcı olmak için çalışmak zorunda kalmazlardı ve hatta “Üç Bay” kiracı olarak eve alınmazlardı. Bu durumların hepsi öykünün açılışında Gregor’un böcek olarak uyanmasının ardından gelen, çalışamamasının yarattığı durumlardır, Gregor’un ölümüne kadar geçen neredeyse şimdisiz zaman diliminde, karakterin ya da “doğal akışlı olayların” sürüklediği arka arkaya gelişlerde güçlü bir nedensellik bağı yoktur. Hikâye birlikli bir hikâyedir fakat akışta Gregor’un ölümüne kadar beklenmedik bir  olay yaşanmaz.

Dönüşüm’de  Gregor’un iç monologu ile akan zamansız aksiyon, aslında, aile için de dışarıdan akmaktadır. Karakterin merkezde olduğu ya da karakterin eylemlerinden çıkan bir aksiyondan söz etmemiz mümkün değildir. Ailenin aksiyonu Gregor’un iç monologundan izlenen düşünce akışının üzerine binerek/oturarak akmaktadır. Son bölümde yazar ara ara yaptığı gibi el öyküsel anlatıma dönerek ailenin aksiyonunu Gregor’unkinden ayırır.

Poetika’nın V. bölümünde Aristoteles tragedyanın uzunluğunu şöyle açıklamıştır:

“…tragedya  öyküyü güneşin doğuşu ve batışı arasında  geçen zaman içinde tamamlamaya çalışır, yahut pek az bunun dışına çıkar.” >magnitude>

Tragedyanın uzunluğuna yönelik bu şekildeki bir belirleme, kahramanın kötü talihinden/felaketten mutluluğa ya da mutluluktan felakete geçebilmesi için belirlenmiş bir uzunluktur. Bu zaman dilimi ilgiyi çekmek için yeterli uzunlukta, performans sırasında seyircinin ilgisinin dağılmaması için yeterli kısalıkta bir süredir.

Dönüşüm’e baktığımızda, öykünün yazar tarafından numaralandırılan ilk bölümünde Gregor Samsa yatağında uyanıp böceğe dönüştüğünü fark ettikten bir süre sonra çalar saatine bakar:

“…Komodinin üzerinde tik tak edip duran saate bir göz attı. 'Hay Allah!' diye geçirdi içinden. Saat altı buçuktu ve gös­tergeler habire ilerleyip durmaktaydı. Hattâ altı buçuk da geride kalmıştı şimdi, nerdeyse yediye çeyrek vardı. Yoksa çalmamış mıydı saat? Dörtte çalması için saatin gereği gibi kurulduğu yataktan görülebiliyordu ve çaldığına da hiç kuş­ku yoktu.”

Saatin kadranı sabahın altı buçuğundan yediye çeyrek kalaya kadar ilerler ve Gregor yataktan kalkamaz, annesi ona saati hatırlatır, yediyi çeyrek geçeye kadar yataktan kalkabilmeyi umar Gregor. Yedi buçukta artık yataktan zor da olsa kalkabilmiştir. Geçen bir saatlik sürede bir çeşit kendinden geçme durumu ile Gregor’un iç monologu ve dış seslerin kendisinde yankılandığı şekliyle hikâyeye katıldığı bir zaman dilimidir söz konusu olan.  

Dönüşüm’de zaman bir anlamda Gregor’un kafasında akar.

Yazarın imlediği ikinci bölümde akşam olmuştur. Gregor kendisine bırakılan sütü içmek ister, içemez. Ev sessizdir. Kanepenin altına girer, sabah olur. Kız kardeşi sabah odaya girer, kanepenin altındaki Gregor’u fark etmez, korkar, kaçar, sonra tekrar gelir, kokmuş yiyecek, salça ve peynir getirir, çıkar ve arkasından kapıyı kilitler. Gregor Samsa bırakılan peynirle salçayı yer. İki gün geçer, sonra bir ay geçer. Grete’nin gidiş gelişlerini, kokudan rahatsız olup pencereyi açışını genel olarak anlatır Kafka. Sonra  Gregor kafasındaki  zaman geriye döner:

“…İlk ondört gün anne ve babası Gregor'un odasına girmeyi bir türlü göze alamadı.”

Gregor için önemli olan yağmurun yağması da belirsiz bir zaman algısı yaratır.  Özellikle ikinci bölümde zaman şimdiliğini yitirmiştir. Üçüncü bölümün başında yaklaşık iki üç ay geçmiştir, evdeki herkes çalışmaya başlamıştır. Gregor öldüğünde ilk defa güneş açar.

Bu şekilde akıtılmış zaman/süre/uzunluk algısı Poetika’nın Magnitude’ünden oldukça farklıdır. Karakteri bir mutsuzluktan mutluluğa ya da tam tersine taşımaz.

Bu başlıkta tartışacağım diğer bir konu  hamartia, peripetie, anagnoris’tir.

Klasik tragedya açısından Dönüşüm'de bakmamız gereken nokta şudur; insanın gücü ve güçsüzlüğü ile donatılmış protogonistin hamartiası dediğimiz şeyin, şartların onu, kendi kontrolünün dışında seçmeye/yapmaya zorladığı bir şeyi seçmesi sonucunda ‘trajik sona’ götüren bir hata yapması biçiminde ele alınması önemlidir. Hata dediğimiz şey de bir dizi olaylara neden olmalıdır. Burada Aristoteles için, karakterin trajik sona gitmesine yol açan şey hamartiadır ama karakter hamartiadan dolayı oraya gitmez, karakter mythos içindeki (uygunluk prensibi) özelliklere göre çizildiği için trajik sona gider. 

Oedipus örneğinde olduğu gibi, karakter 'kehanet'e uygun olarak belirlendiği için, Aristoteles, tragedyada ilk unsur olarak gördüğü mythosun bu şekilde aksiyonu da taşıdığını  söyler. Karakterin mimesisi (taklit) değildir bahsettiği, karakter özellikleri vardır fakat taşıyacakları özelliklere göre portreleri çizilmektedir.

Greogor Samsa açısından  bakıldığında;  Gregor’un  hikâyenin henüz başında böcek olarak uyanması, en az ‘Ali’ olarak uyanması kadar doğal bir durumdur. Biz, Gregor’un böcek olarak uyanmadan önceki halini ya da ailesiyle ilişkilerini önceden göremediğimiz/ bilmediğimiz için ancak bu trajik olayın doğurduklarını izlemekteyizdir.  Hatta anlatı içinde bu ilişkilerin izlerini ya da Gregor için ifade ettiklerinin anlamını ancak Greogor’un iç monologundan takip edebiliriz.  Gregor’un hamartiasını görebilmemiz için Gregor’un böceğe dönüşmeden önceki hayatında onu bir eylem içinde görmemiz gereklidir. Bunu da zaten metin bize vermez. İç monologtan yalnızca -o da oldukça sezgisel olarak- hamartiayı belli belirsiz seçebiliyoruz. Gregor’un, hikâyenin en başında dönüştüğü böceklik durumunda trajik olarak izlediğimiz,  onun ne insan ne de böcek olmasıdır. Trajediyi yaratan da tam da bu arada kalmışlığıdır.  Zaten bu arada kalmışlık da Gregor’u başka bir yere, bir eyleme taşımamaktadır, bizi sadece ölümüne götürmektedir. İzlediğimiz şey,  Gregor’un ölümüdür. Bu yüzden Gregor’un yaşadığı hayal kırıklığı - bir hayal kırıklığından bahsedebilirsek eğer- muhtemelen böcek olmasından da kaynaklanmamaktadır.

Peripetie, olayların mutluluktan mutsuzluğa ya da tam aksi yöne, düşünülenin tam tersinesine dönüştüğü noktadır. Dönüşüm’de hikâyenin daha en başında karakter kendi peripetiesine uyanmıştır.

Anagnorisis(tanıma) ise ‘bilgisizlikten bilgiye geçiş’ ya da  karakterin dönüşü algıladığı andır, hem kahramanın hem de seyircinin fikir sahibi olduğu bir şeydir. Bu tanıma durumu, yine hikâyenin en başında Gregor’un böcekliğinin farkına varıp ayağa kalkması gerektiğini anladığı anda, hem okuyucu hem de karater açısından zaten ortaya konulmuştur.

KARAKTER

Aristoteles’e göre, karakter eylem içinde belirlenir.

Dönüşüm’de, dışı böcekleşen protogonistin  insana dair belli bir davranış, jest ya da tepki içinde gösterilmediği, diğer kişilerin (Anne-Baba Samsalar, Grete, hizmetçi kadın(lar), üç kiracı bay ya da müdürün) -Gregor’un- perspektifine indirgendiği ve bu perspektiften Gregor’da yankılandıkları şekilde anlatıldıkları bir metinle karşı karşıyayız. Roman kişileri neredeyse Gregor’un gözünden bakıldığı şekliyle tek boyutludur.  

Kafka’nın kendini metnin içine yer yer  ustalıkla sakladığı, Gregor’un ölümünden sonraki son bölümde belirginleşen el öyküsel grameri saymazsak, metnin genelinde Gregor’un düşünceleri ya da kendi iç sesi(monologu) ile yazarın kendi sesi metinde karışmış durumdadır. Bu da metni dramatik bir metine dönüştürürken aksiyonun performansa çevrildiği yerde bir focalization sorunu yaratacaktır. Zira hikâyeyi okurken cümlelerin bizde yarattığı görselliğe cevap verişimiz ile onu seyrederkenki verişimiz farklıdır.

Aristoteles, “Tragedya’nın ödevi, uyandırdığı acıma ve korku duygularıyla ruhu tutkulardan temizlemektir” derken,  "katharsis’ine yönelen izleyici olarak  takdir, empati ya da özdeşleşme yaşamamız için eylem halindeki karakterin aksiyonuna ihtiyacımız vardır” der.

Bu noktadan bakıldığında metinde bizi katharsis'e taşıyacak o doruk noktasını (climax) yaratacak bir durum olmadığı gibi zaten hikâye tam da bu düğüm noktasından açılmaktadır ve  hızla inişe geçmektedir. Diğer karakterlere yakınlaşmamız/erişimimiz de mümkün gözükmemektedir. Diğer kişileri belirli eylemleri ile Gregor’un gözünden ve iç sesinden anlatmaktadır Kafka. Yani Gregor’un kafasından geçen düşünceler, diğer bir deyişle, iç monologlar onun zamansal olarak geçmişe ya da geleceğe gidişini, mali durumları, kız kardeşi, babası ya da hoşnut olmadığı işi hakkındaki bilgileri edinme şeklimizi belirlemekte ve anlatıya dair tüm olaylar silsilesini, kendi zihninde oluşturduğu cümlelerle bize aktarmaktadır.

Tekrar başa dönersek:

 “… Öykü deyince, olayların örgüsünü; karakter deyince, eylemde bulunan kişilere kendisi bakımından bir özellik yorduğumuz şeyi; düşünce deyince de kendisiyle konuşanların bir şey kanıtladığı ya da genel bir hakikate ifade verdikleri şey anlıyorum” cümlesini aktarmıştım.

Buna göre, karakterlerin plotun/fabulanın ortaya attığı problemler karşısında bir şey(ler) yapmaları/eylemde bulunmaları gerekmektedir. Karakter seçimini yapıp seçtiğini eylerken, izleyici ya da okuyucu karakter hakkında daha fazla bilgi sahibi olmaya başlayacaktır. Aynı zamanda kişinin belli durumlara verdiği ya da vermediği jest, fiziksel hareket, mimik ve sözleri de bunu destekleyecektir. Gregor Samsa bir böceğe dönüşmüştür. Konuşması/çıkardığı sesler diğerleri tarafından da zaten anlaşılmamaktadır.

Hatta, Gregor’un yapmaya karar verdiği birkaç insani eylemle kendini örtmeye çalışması ya da kız kardeşine yardımı dokunacağını düşündüğü hareketler de dahil, bir böceğin hareketleri olarak algılanmaktadır. Buradaki engel, iç monologu ortadan kaldırdığımızda okuyucu olarak elde ettiğimiz bilgilerin yitirilmesi durumudur. Dönüşümü dramatik bir metine çevirirken Gregor’un ne kadar insan ne kadar böcek olduğunu nereden anlayacağız? Böyle bir durumda karakterin eylemleri dediğimiz şeylerin taşıdığı düşüncelerin yansıtılması konusunda Aristoteles açısından baktığımız da bir boşluk doğacaktır .

Aristoteles, “Eylemde bulunanlar iyi ya da kötüdürler; insanlar karakter bakımından iyi ya da kötü olmaları bakımından birbirlerinden ayrıldıklarına gore, bütün ahlaksal özelliklerimiz dönüp dolaşıp sonunda bu iyi-kötü karşıtlığına varır” der. 


Bu önermeye göre, Dönüşüm’deki kişilerden hiçbirinin karakter özelliklerini anlayabileceğimiz,  olaylara tepki verme biçimlerini iyi-kötü olarak adlandırabileceğimiz bir “ahlaki” karşıtlığı içermediğini söyleyebiliriz. 

Gregor’un bir gün uyanınca dönüştüğü böceklik durumu, Gregor’un dönüşmeden önceki hayatında kötü bir insan olduğunun izlerini taşımadığı gibi, Müdür’ün böcekten kaçarak uzaklaşması ya da Grete’nin, annenin, babanın ya da hizmetçinin Gregor’a davranışları da kendi karakter özelliklerinin iyiliği ya da kötülüğü ile ilgili bir ipuçu taşımamaktadır.

 Tüm diğer karakterlerin, -son dul yaşlı hizmetçi kadını dışarıda bırakırsak, ki Gregor’a zorunlu olmayan bir ilişkinin içinden sadece bir hayvan olarak baktığı için olsa gerek, neredeyse sevecen bir yaklaşımı vardır- aslında Gregor’dan tiksindikleri için belli bir kaçınma davranışında bulundukları söylenebilir. Tıpkı genelde herkesin, ardında yapışkan bir iz bırakan, kalın kabuklu kahverengi dev bir böcekten tiksinebileceği gibi. Bu durum Aristoteles’in ortalama insandan daha iyi ya da kötü olarak gördüğü Poetika tezinin heroik kahramanlarından,  Gregor Samsa karakterinin sıradanlığını ayırmaktadır.


DÜŞÜNCELER

Aristoteles, “Düşünceler deyince koşulların emrettiği ve koşullara uygun olan şeyleri söyleme ile tartışma yetisini anlıyorum.” der ve bir başka yerde şöyle devam eder ve  “Eylemlerde düşünceler, söz aracı olmadan da anlatım bulurlar; buna karşılık sözde ise, onlar konuşan tarafından oluşturulur, dolaylı olarak yine sözün ürünüdür. Aksi halde, eğer düşünceler sözün aracılığı olmadan gün ışığına çıkabilselerdi, o zaman konuşanın ödevi neden ibaret olacaktı?”  diye sorar. Aristoteles(XIX).

Buradan bakıldığında, daha önce diğer unsurlar içinde de o unsurlara bağlı olarak yer yer açıklamaya çalıştığım gibi; Dönüşüm’de anlatı ile dramatik olan arasında düşünceler ve sözler üzerinden oluşan ciddi bir boşluk vardır. Düşüncenin sözle ve hareketle anlatımında Dönüşüm’ü bir performans metnine çevirebilmemiz için Gregor’un böcekliğini insanlığından ayırmamız gerekecektir. Bir böcek olarak eyleyen ama bir insan olarak düşünen Gregor’u performe etmek asıl sorundur. 

Bunu Aristoteles’in ‘söz’e verdiği önemle açıklamaya çalışırsam:

Aristoteles’in  seyirciden çok dinleyiciyi düşünmüş olduğu, onun için asıl önemli olanın ‘ağızdan çıkan söz’ olduğu söylenebilir ki Antik Çağ’da maskelerin ardına saklanan oyuncular burada hemen akla getirilebilir.

Aristoteles açısından baktığımızda, Gregor’un böcek sesini tutup iç monologunu dışarıya nasıl çıkartacağımız, sözü Gregor’a nasıl ait kılacağımız bu nedenlerden dolayı sorunludur.

 Bade Osma Erbayav

Notlar:

* Tartışmada Kafka’dan alıntılanan metinlerde, Franz Kafka, Değişim, Kâmuran Şipal çevirisi, Cem yayınevi, Çağdaş Dünya Yazarları serisi, Kasım 1993  baskısından yararlanılmıştır.
**”The Metamorphosis”, “Dönüşüm” olarak anılmıştır.
*** Aristoteles, Poetika alıntıları için Remzi  Kitabevi Felsefi Metinler serisinden, İsmail Tunalı çevirisiyle 2009 basımından yararlanılmıştır.



11.08.2015

Tatavla'da Bir Delirme Vakası'ndan kısa bir öykü

 

Okur fotoğraflarından minik bir seçki ile...




BİSİKLET YA DA MENEKŞE NEDEN ISSIZLAŞTI



Artık trenlerin durmadığı, geçmişin neşesine inat, süratle geçip gittikleri ıssız, insansız eski Menekşe İstasyonu'nun yanıbaşından, Basınköy istikametine doğru perona paralel devam ederken, nemrutluğu kadar nekesliğiyle de nam salmış bahçe komşumuzun sirke sineği doğal yaşam alanı köhneler köhnesi bakkal dükkânının kasvetli köşesinden kıvrılarak yükselen, dikleştikçe müzmin şairleri göğüs kafeslerinden kavrayarak eziveren, sevda kırığı belagatlerini yalçınlığı ile büzüveren, gönülsüz tırmanışın iflahını anında kesiveren, insanı hem rezil hem rüsva eden o eşek anırtan yokuşunun bozuk asfaltı üzerinde bir uçtan diğer uca gide gele, gide gele bisiklet sürmeyi öğrendiğim sıcak yaz günlerinde, henüz petrol dolum tesislerinin canına okumadığı, arıtma inşasını gereksiz bir uğraş olarak gören -sudur, temizler kafalı- sözde halk hizmetkarı kalantorların, belediyeci baronların insafıyla envai çeşit insan ifrazatının oluk oluk akıtılarak mahvına neden olmadığı bir zamanda, cam berraklığını tenimize ve ruhumuza kutlu bir nimet gibi sunan tertemiz deniziyle Menekşe sahiline açılan istasyon alt geçitinin dar ve parapetsiz yan duvarından düşmeyeyim diye arkamdan usulca tutan mahallenin yağız delikanlıları, ben biraz büyüyüp serpilince ellerine şehvetlerini tükürüp, arkamdan hoyratça tutmak  istediler. 




Bisikletime atladığım gibi pedalları hırsla çevirdim; hızla oradan uzaklaştım.









Kitaptan alıntılanan illüstrasyon 
Emel Akın'a aittir.