20.05.2015

Aysel Sağır'ın Bizi Güneşe Çıkardılar kitabı üzerine...

Ayrıntı Yayınları/2015 


“…hatırlamak artık bir öyküyü akla getirmek değil, bir resmi zihinde canlandırabilmektir.”


Kesişen iki beton duvarın önünde, objektife “en neşeli halleri” ile gülümseyerek bakan yirmi sekiz kadın. Bir okul bahçesinde, rutin bir piknik gezisi öncesinde ya da memuru oldukları kamu kuruluşunun sahanlığında çekilmiş olabileceğini düşünmeye sevk eden kadın kadına siyah-beyaz herhangi bir fotoğraf. Güneşli bir gün. Gölgelerin yönlerine ve boylarına bakıldığında vakit bir öğleden sonrası olmalı. 

Künyeye bakıldığında fotoğrafın çekildiği yer belirtiliyor: Sağmalcılar 1972 

Bu bilgiyle kapak görselinin okuması değişti. Onlar artık, 1972 yılında, Türkiye’de, bir cezaevinin avlusunda fotoğraflanmış gülümseyen yirmi sekiz tutuklu kadın. Bilmenin ağırlığından arta kalan ve aynı kalansa yalnızca eylem: “Gülümsemek” 

 “Fiziken ve ruhen açık bir yara halinde”yken gülümsemek! 

Kitabın belge nesnesi, fikir kaynağı bir fotoğraf olduğunda ister istemez Susan Sontag okumalarına başvurmadan edemiyoruz, ben de -izninizle- girişimi öyle yaptım. Yalnız, “nostaljiyi beslemek” ya da “ağıtlı bir sanat” yaklaşımından değil, görsele maruz kalana ne olduğu konusundaki bakıştan yakalamaya niyetlenerek Sontag’tan yazıya başlık ve özet niteliğinde tek bir cümle alıntıladım. 

‘Başkalarının Acısına Bakmak’ kitabında, imgeler çağında hatırlamayı şöyle ifade eder Sontag: "...hatırlamak artık bir öyküyü akla getirmek değil, bir resmi zihinde canlandırabilmektir.” 

Gazeteci, yazar Aysel Sağır’ın Bizi Güneşe Çıkardılar’ının okuruna olacak olan tam da budur. Aktarılanları sadece “öyküler” olarak değil, darbeler döneminde ‘et arabaları’na doldurularak Anadolu cezaevlerinde kapı kapı dolaştırılan, en kaba-ince işkencelerle etkisizleştirilmeye çalışılan, zifiri yolculuklara çıkartılan, faşizmin dondurucu soğuğunda kendilerinin ve ötekilerin ruhlarını, kalplerini sıcak tutabilmek uğruna mücadele etmiş, can vermiş, halklara vurgun, onurlarına düşkün, omurgaları dimdik 68’li kadınların tarihini zihinden silinmeyecek, gün ışığı berraklığında bir tahayyül olarak içselleştirecektir okur. Çünkü belgeleme duruşu yönünden takdire şayan mesafesi bir yana ruhlarımızı işlemden geçirmesi nedeniyle de epeyce derine nüfuz eden, mesafesiz bir belge-kitap Bizi Güneşe Çıkardılar

Aysel Sağır, Sağmalcılar Cezaevi’nde çekilmiş tek bir fotoğraf karesinin peşinde, ağır bedeller ödeyen Türkiye solunun, ikisi hariç hepsi birinci ve ikinci THKP-C davalarından yargılanmış kadınların ortak belleğini derinlemesine kazarak, oldukça net bir panaromasını sunuyor okuyucuya. 60’ların ortalarına doğru başlayan Vietnam Savaş’ı karşıtı Amerikalıları, Vietnam halkına destek vermek ve egemen, kapitalist güçler tarafından kurgulanan kıyımı kınamak için sokaklara döken protesto eylemleri, baskıcı, zorba, ataerkil iktidarların boyunduruğu altındaki halklar üzerinde büyük etkiler yaratmış, tüm dünyada devrimci hareketler harlanmış, Türkiye’de de ‘daha adaletli bir dünya’ taleplerini sol görüşte ifade eden yoğun gençlik hareketleri oluşmaya başlamıştır. 1965 genel seçimlerinde 15 milletvekili ile meclise girmeyi başaran TİP’le solun yükselmesinin önü açılacaktır, ‘Che’ Guevara 9 Ekim 1967'de Bolivya Ordusu'nun elindeyken yargısız infaz edilerek öldürülecek, üniversite boykotları, işgaller ve soğuk savaş dönemi devam ederken adeta bir oyun alanı haline gelen Türkiye’de, sonradan bir milat olarak tanımlanacak 16 Şubat 1969’da, 6. Filo Defol eylemleri sırasında aleni bir devlet tertibi ile sokak kana bulanacak, 1971 Mart Muhtırası ile 68 başkaldırısına sempati duyanlara kadar herkes sorgulamadan geçirilerek, hapishanelere tıkılmaya başlanacaktır. 

İnsan avının, kıyımın, temizlik operasyonlarının hız kazandığı dönemin başını kitabın anlatıcılardan biri olan Füsun Özbilgen şöyle özetliyor: 

“Bir anda patladı. Demek ki bu toplumun ve gençlerin her şeyi göze alma ve isyan duygusu bir yere gelmiş. Düdüklü tencere gibi buhar fazla sıkışınca patlıyor. Volontarizm teorisi ile yeterince kaynamayan kazandan buhar elde edemiyorsun... Tabii o zamanlar bunu bilecek ve gözleyecek kadar yaşımız ve tecrübemiz yoktu ama sosyalizme inancımız ve topluma sevgimiz vardı.” 

Bizi Güneşe Çıkardılar’ın yoğun ortak duygusu, işte bu eşitsizliğe, haksızlığa, halkların ezilişine, baskıya, zorbalığa tahammül edemeyip başkaldıranlar ile kendilerinden olmayanlara müdahale etmeyi, öteki dediklerini ezmeyi, engellemeyi, yıldırmayı, öldürmeyi iktidarlar adına kendilerine hak görenler arasındaki derin imkansızlıktır… 

Üzerinden kırk yıl geçmiş olsa da buralarda değişen bir şey yok. Kitabın zihnimize kazıdığı en soğuk imge, yüreğimize saldığı en köklü his de bu! 

Zira, geçen yıllar bize daha da net göstermiştir ki; polis, katil, maktul ve silah hep aynı karededir. 

Bizi Güneşe Çıkardılar’ın kadınları; Nazife Çiçekli, Fatma Yeşil, Ülker Akgöl, Hale Kıyıcı, Rüçhan Manas, Safiye Özkan, Ferdane Yurtsever, Elif Gönül Tolon, Leyla Dedeal, Filiz Yılmaz, Füsun Özbilgen, İnci Ataberk, Güher Karaçavuş, Akgül Yulkaslan, Nazan Alp, İlkay Demir Alptekin, Ayşe Baykara, Nazife Kaya, Taciser Belge, Muzaffer İlgen, Ayşe Emel Mesçi, Lale Arıkdal, Selma Veysioğlu, Türkan Şahin, Ayşe Bilge Dicleli, İnci Tanrıövler... Sevgi Soysal’ın anılarını anlattığı ‘Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’ kitabında yaşayan tüm kadınlardır. Kitapta yer yer tanıklıklara rehber olması bakımından Soysal’ın kitabından bölümlere de yer verilmiştir. 

Aktarılanlardan okunduğu kadarıyla bir kısmı 20’li yaşlarında TCK 141, 142 ve 146’dan idama kadar varan suçlarla yargılanan bu kadınların çoğu “tecrit”le siyasallaşmış eğitimli kadınlardır. 

“Bakın kızlar, ben komüsist değilim, ama hümanistim, feministim” diyen, ‘Sadece sıkıyönetimin alıp alıp götürdüğü öğrencilerinin durumuyla ilgilenmek gafletini göstermiş’ olduğu için tutuklanan Naciye Öncü öğretmenin, içerideki kızlarla konuşa konuşa öğrendiği ve dava savunmasında gayrıihtiyari kullandığı illegal ve legal sözcüklerinin Marksist, Leninist hatta Maocu sözcükler olarak görülerek “TÖS” davasına bağlanması olayında görülebileceği gibi… 

Bir gençliği hapishanelere gömen ve adeta imha etmek amacıyla tutsak eden zihniyetin yaralanmış ‘anarşik kızlar’ıdır onlar. Fikir de vardır, direniş de vardır, aşk da vardır duruşlarında. 

Kitabın alt metinlerde izini sürebileceğimiz çok değerli bulduğum feminizm tartışmasını da farklı şekillerde okumak mümkün. Kadın mücadelesinin -hala tartışılan- sosyalizmle olup olmayacağı fikrinin geçmişine tanıklar penceresinden bakmak açısından ve ileri sürülen savlar bakımından da Bizi Güneşe Çıkardılar incelikli bir okumayı gerektiriyor.

Aysel Sağır’a ve tüm kadınlara ruhlamıza kökleriyle tutundurdukları bu kitap için sonsuz teşekkürler. Kendi adıma, hakikatle, bu dirençli kadınlar beni güneşe çıkardılar. Okuyun, sizi de çıkarsınlar. 

BOE