link: http://www.birgun.net/haber-detay/haftanin-oykusu-kacis-rampasi-86452.html
Kaçış Rampası
Hiç ölesi yoktu o gün; ağlayası
da pek sık gelmezdi İsa’nın.
Yoluna bakardı. Lastikler
kayıyor mu asfaltta kaymak gibi, yollar kısalıyor mu hemen, yük zamanında
ulaşıyor mu yerine, evde bekleyenlerin yüzleri gülüyor mu, karınları tok mu, yatakları
sıcak, gönülleri rahat mı, en ucuz mazot nereden alınmalı, tez elden varılır mı
sonuna, sağ salim dönülür mü gurbetten…
Haşlamanın, az pilavla
yoğurdun parasını ödemek üzere sandalyesinden kalkarken boş tabakların yanında
bir öbek halinde duran tuzlu suya batırılmış maydanozlardan bir sap alıp ağzına
attı İsa. Dişlerinde ezilen koyu yeşil tat damağına yayılırken kamyoncu
barınağını bir uçtan diğeri uca gözleriyle taradı. Tanıdık birilerini aradı
yine. Yoldayken kendini kendine konuşur bulurdu insan. Birileri olsaydı da
yarım saat olsun laflasaydı. Yemeklerini kaşıklayan dört jandarma, yalnız
oturan üç beş limon suratlı adam, çaylarını karıştıran başka birileri hep.
Efkara baktı, çıkaramadı.
…ortak vicdan, ortak akıl, mayamız
bir, gözü yaşlı analar, çocukların dağa kaldırılması, zalim, örf, mezhep, mazlum,
vatandaşlık kimliği, terör saldırısı, acıları istismar, şehitlerimiz, ideoloji,
zihniyet, rejim, paralel, demokrasi, nefret sözleri çalındı kulağına duvara
asılmış ekrandan, görüntüye dönmeye zorladı başını, gör dedi, konuşana bak dedi
kulağı ona. Hiç olmazsa duble yol yaptı bu adamlar, hiç olmazsa yollar kaymak. Dünya
desen, aynı zalim dünya…
Çaylar bizden Abi!
Asfalt kaynamış, harlı bir buğu
yükseliyor yerden. Yüzyirmibin kilometrede, onsekiz yaşında, yirmibiryirmibeş
kamyonuna doğru yürüdü. Büyük kızıyla yaşıttı, kız gibiydi hala, kızgın güneşte
kaldığından iyice kızışmış olmalıydı. Gümüşi Maşallah yazısı gözünü aldı, kamyonun alnında ışıl ışıl
parıldıyordu harfler. Ter kokusu sinmiş şöför koltuğuna bir haftadır değiştiremediği
mintanı, yıkanmamış iç çamaşırıyla oturdu. Sıcakken kokar insan, buz gibi olunca
kokulmaz, bir tek ölüm kokar soğuyunca.
Radyoda kendi sütünü içip
hayatta kalan loğusa bir kadının haberini dinledi. Kadın gündüz vakti kaybolmuştu
ormanda, bebeğine ne olmuş, söylenmedi. Bombalanmış bir yerler yine, hamile bir
kadın ölmüş. Meclis iki buçuk ay tatile girmiş. Bir polis vurulmuş, iki asker
mayına basmış, sonra yine bombalamış devlet bir yerleri, teröristler de ölmüş. İzmir’in
parklarında Suriyeli mülteciler yatıyormuş. Böyle böyle bitti ajans.
Türküleri severdi İsa. Yakaladı
bir türkünün nakaratını, direksiyona tempo tutan parmaklarıyla pür neşelendi
yine. Dürüyemin güğümleri kalaylı ah kalaylı… Az daha kökledi gazı. Kaymak gibi
de akıyordu yol, hiç olmazsa duble olmuştu yollar. Yerinden az doğruldu, dikiz
aynasında keyiflenen yüzüne baktı, gülümsedi kendine. Köpek dişinin arasına
sıkışmış yeşil maydanoz kalıntısına takıldı gözü, diliyle çıkarmaya uğraştı bir
süre, tükürüğünü biriktirdi ağzında, dilini dişine sürttü durdu, sürttü durdu,
çıkmadı meret. Köklendi gaz pedalı, kadran yüzü yalayıp geçti. Farkına varmadan
hızlanmıştı. Bir patlama sesi. Bom! Ürküverdi, hışımla asıldı frene. Tabanında
boşluk hissi. Tüm gücüyle bir kez daha pompaladı freni, vites küçültmeye
çalışsa da nafile. Fren yerine havasını aldı, demek ki frendeki hayat da aniden
boşalmıştı.
Hakimiyeti yitirirken
aklındaki tüm düşünceler, neşeli türkülerin içine yaydığı sevinçler de biter, ruhun
oluk kanar, sis yoğunlaşır. Kaçış Rampası! İsa’nın ihtiyacın olan tek şey bu. Dış
lastik sarması gürültüyle patlamış, iç lastiğin yaması paramparçalanmış hafif
yüklü, freni boşalmış bir kamyonken İsa’ya gereken, deli hızını yokuşa vuracağı
bir kaçış rampası! Duble yollarda kaç kaçış rampası saymıştı, hatırlayamadı.
Aniden kırdı direksiyonu sağına. Nereden takıldıysa aklına biteviye dolanan o sözler;
süsenler dikilmez, süsenler kendiliğinden biter dağlarda…
***
İstibdat Turizm’in onaltı
numaralı koltuğunun yolcusu genç adam, otobüsün yavaşladığını hissetmiş olacak,
aniden uyanıverdi şekerlemesinden. Sağına soluna bakındı. Kulağındaki
kulaklıkları çıkarttı. Nerede olduklarını anlamak için boynunu merakla pencereden
yana uzattı. Acaba yolda kaza mı vardı?
Çekicisinden kopmuş, her yanı
perişan olmuş dorseyi, parçalanmış ahşap kasayı gördü o an. Yan yatmış, ön camı
çatlamış kamyonun alnında güneşin
ışıldattığı Maşallah yazısını hemen okuyuverdi.
Dört bir tarafa dağılmış sarı suntadan onlarca boş tabutun ortasında çömelmiş,
elleriyle yüzünü kapatmış ağlayan bir adam gördüğünü sandı bir an. Kamyon şoförüdür
dedi kendine. Sahne hızla gelip geçti yanından. Genç adam tabutları sayamadan kaza
mahali arkalarında kalmıştı bile.
Kulaklıklarını kulaklarına yerleştirirken
kafasından istemsizce bir hesap yaptı onaltı numaralı koltuğun yolcusu genç
adam. Orada kabaca otuz kadar tabut olmalıydı. Yine de tam sayıyı kestirmek hiç
mümkün olmazdı. Başını arkasına yasladı ve gözlerini usulca kapattı.
Yol uzun, uyku tatlıydı.
Ağustos 2015
Geriş