Gecenin
göz girmez karası üşüşmüş sırtına. Gümüşi ayın sırlı yüzüne doladığı saten
örtünün gölgelediği göğün altında, yıldızsız, gövdesine bulaşmış boğuk, geçkin,
zifiri bir sıkıntıyla tek başınalığın buyurgan sabitliğini köklerine dek uzatan
burukluğa hapsolmuş ağaç. Gündüz kuşları dallarında uyuyor. Gece kuşları göçüp
gitmişler çoktan. Bir an. Uzağında uzanan rayların bükük çelik ağızlarından hızla
geçip giden kömür yüklü vagonların ardında parlayan bulanık kızıl harelerin uğultuları
yankılanıyor. Çelik çeliği eziyor saniyelerce. Sonra yine sessizlik. Kurşuni
doğacak yeni gün. Hava yağmur topluyor, yer buharını kokutuyor. Otlar bükecek
boyunlarını az sonra, boran otayacak, yıkayacak ağacın ruhunu, yaşamın kıvamını
tutturacak bir kez daha. İnsanın doğumu yaklaşmakta. Bu kaçıncı doğumdur, bu
kaçıncı cevelân?
Rayların
döşendiği zaman dün. Hatırlıyor çınar ağacı. İşçilerin kuytusuna sığındığı o
eski zamanları, tohumun filizlendirildiği ilk çağı hatırlıyor, Ademçocuğu makinaları,
gri boz çakıl yığınlarını, dönüp duran dev çarkları, üstüste istiflenmiş ölü
kardeşleri demiryolu traverslerini, yolcusuz kara vagonları ilk gördüğü
zamanları… İnsan terk edeli çok oldu bu toprağı, son çiftçi öleli belki birkaç
yüzyıl.
Doğudan
geldi bir boran öncesi. Uzun yolunu hüznüyle yürüyen uzun saçlı, hırpani
görünüşlü, tozlu kıyafetiyle insan çöktü gölgesine, soğan ekmeğini çıkarırken
çıkınından yalnızlığına küskün ilendi. Bir “Ah” etti. Bir “Of” çekti. İnsan derdiyle tanıştırdı
heyecandan kesik kesik soluyan çınarın yaşlı gövdesini. Kargışından gaddar bir
pus yayıldı köklerine. Şems merhametini de gazabını da doğurdu doğudan o an. Fifü dedi serçeler.
“Yürütüyor
ayaklarım beni. Az önce bir şehir vardı arkamda. Şikayete geldim. ” dedi insan.
“Dünyanın
sonuna hoş geldin” diye esti ağaç.
İnsan
unutmuştu tabiatın kadim dilini. Yaprakları bozartan hışırtılar kaynadı
kulaklarında.
“İnsanın
zamanı bitti. Devlet oldu insan. Fayda oldu. Unuttu iradenin gücünü. Sürü oldu.
İnanmaz oldu erdeme, bilgeliğe. İyi halden indirildi. Sana bildirmeye geldim tüm
bunları. Bizâr oldum. Medetimsin. Belki de anlamayacaksın sözlerimi, boş yere
üflüyorum nefesimi.
İnsanın
kibirine gülümsedi ağaç. Ağaç elbette anlıyordu insanlığın sözlerini.
“Eskiden
yürürdük. Uzun yürüyüşünden geldiğin gibi yayılırdı yollar önümüzde. Köklerimiz
uzar, köklerimiz kısalırdı. Kuşlar gibi göç edebilirdi ağaçlar. Biz yürümeyi
bıraktık, siz tekerrür ettiniz. İlk kez
bitmiyor insanlık. Son da olmayacak. ”
İnsan
anlamadı ağacın öğüdünü. Kapattı gözlerini, zayıf bedeniyle biraz daha sığındı
ağaca.
“Bizi
geri alır mısın?”
Ağacın
gövdesi yarıldı o an, nemli bir kovuk açıldı ortasında. Bir çoşku salındı insanın
içinde. Bu kez anladı. Kalktı, girip oturdu ağacın rahmine. Ardından gövde
kapandı üstüne.
“Bildirilsin.
İnsanın doğumu yakın” dedi ağaç
Otlar
fısıldayarak taşıdı sözleri uzaklara. Göğün kapkara alnında ilk şimşekler
çaktığında kömür dolu vagonlar geçip gittiler. Çelik çeliği ezdi saniyelerce.
İlk damla düşerken ağaç, insanın zamanına yürüyebilmek için köklerini çıkardı topraktan.
(Not: Bu öykü Dünyanın Öyküsü dergisinin 15. sayısında yayınlanmıştır)