28.08.2016





Sevgili Levent Karataş ile Maruha'yı konuştuk.

https://www.evrensel.net/haber/285860/bade-osma-erbayav-biyografik-romani-maruhayi-anlatti

19.07.2016

AĞAÇ




Gecenin göz girmez karası üşüşmüş sırtına. Gümüşi ayın sırlı yüzüne doladığı saten örtünün gölgelediği göğün altında, yıldızsız, gövdesine bulaşmış boğuk, geçkin, zifiri bir sıkıntıyla tek başınalığın buyurgan sabitliğini köklerine dek uzatan burukluğa hapsolmuş ağaç. Gündüz kuşları dallarında uyuyor. Gece kuşları göçüp gitmişler çoktan. Bir an. Uzağında uzanan rayların bükük çelik ağızlarından hızla geçip giden kömür yüklü vagonların ardında parlayan bulanık kızıl harelerin uğultuları yankılanıyor. Çelik çeliği eziyor saniyelerce. Sonra yine sessizlik. Kurşuni doğacak yeni gün. Hava yağmur topluyor, yer buharını kokutuyor. Otlar bükecek boyunlarını az sonra, boran otayacak, yıkayacak ağacın ruhunu, yaşamın kıvamını tutturacak bir kez daha. İnsanın doğumu yaklaşmakta. Bu kaçıncı doğumdur, bu kaçıncı cevelân?
Rayların döşendiği zaman dün. Hatırlıyor çınar ağacı. İşçilerin kuytusuna sığındığı o eski zamanları, tohumun filizlendirildiği ilk çağı hatırlıyor, Ademçocuğu makinaları, gri boz çakıl yığınlarını, dönüp duran dev çarkları, üstüste istiflenmiş ölü kardeşleri demiryolu traverslerini, yolcusuz kara vagonları ilk gördüğü zamanları… İnsan terk edeli çok oldu bu toprağı, son çiftçi öleli belki birkaç yüzyıl.
Doğudan geldi bir boran öncesi. Uzun yolunu hüznüyle yürüyen uzun saçlı, hırpani görünüşlü, tozlu kıyafetiyle insan çöktü gölgesine, soğan ekmeğini çıkarırken çıkınından yalnızlığına küskün ilendi.  Bir “Ah” etti. Bir “Of” çekti. İnsan derdiyle tanıştırdı heyecandan kesik kesik soluyan çınarın yaşlı gövdesini. Kargışından gaddar bir pus yayıldı köklerine. Şems merhametini de gazabını da doğurdu doğudan o an. Fifü dedi serçeler.
“Yürütüyor ayaklarım beni. Az önce bir şehir vardı arkamda. Şikayete geldim. ” dedi insan.
“Dünyanın sonuna hoş geldin” diye esti ağaç.
İnsan unutmuştu tabiatın kadim dilini. Yaprakları bozartan hışırtılar kaynadı kulaklarında.
“İnsanın zamanı bitti. Devlet oldu insan. Fayda oldu. Unuttu iradenin gücünü. Sürü oldu. İnanmaz oldu erdeme, bilgeliğe. İyi halden indirildi. Sana bildirmeye geldim tüm bunları. Bizâr oldum. Medetimsin. Belki de anlamayacaksın sözlerimi, boş yere üflüyorum nefesimi.
İnsanın kibirine gülümsedi ağaç. Ağaç elbette anlıyordu insanlığın sözlerini.
“Eskiden yürürdük. Uzun yürüyüşünden geldiğin gibi yayılırdı yollar önümüzde. Köklerimiz uzar, köklerimiz kısalırdı. Kuşlar gibi göç edebilirdi ağaçlar. Biz yürümeyi bıraktık, siz tekerrür ettiniz.  İlk kez bitmiyor insanlık. Son da olmayacak. ”
İnsan anlamadı ağacın öğüdünü. Kapattı gözlerini, zayıf bedeniyle biraz daha sığındı ağaca.
“Bizi geri alır mısın?”
Ağacın gövdesi yarıldı o an, nemli bir kovuk açıldı ortasında. Bir çoşku salındı insanın içinde. Bu kez anladı. Kalktı, girip oturdu ağacın rahmine. Ardından gövde kapandı üstüne.
“Bildirilsin. İnsanın doğumu yakın” dedi ağaç
Otlar fısıldayarak taşıdı sözleri uzaklara. Göğün kapkara alnında ilk şimşekler çaktığında kömür dolu vagonlar geçip gittiler. Çelik çeliği ezdi saniyelerce. İlk damla düşerken ağaç, insanın zamanına yürüyebilmek için köklerini çıkardı topraktan.




(Not: Bu öykü Dünyanın Öyküsü dergisinin 15. sayısında yayınlanmıştır)

29.06.2016




MARUHA kitapçılarda!

21.10.2015

ROMAN GÜNLÜĞÜ II



MARUHA' nın romanından yeni bir bölüm:




"İlkokul öğretmeni Veciye Hanım, etrafını saran her boydan ve yaştan çocukla ana kraliçe yürüyüşünü tamamlayıp dereboyunda gözden kaybolduğunda, ekmek peynirini kemirmeye devam ediyordu Sevinç. Bir yandan da mürüvet sözcüğünün kendisine ne kadar uzak düştüğünü hesaplamaya çalışıyordu. 
Evlenmek isteyen kimdi? Hiç evlenmeyecekti ki o. Kadınların erkeklerlerle birtakım makul anlaşmalar imzalayabileceklerini sanmaları sonu muhtemelen hüsranla neticelenecek nafile çabalardı. Onun yapacak çok daha önemli işleri vardı. Resmin ve sanatın kalbi, Bohemya’nın başkenti Paris’e gitmeyi, Monmartte sokaklarında yürümeyi arzuluyordu. Hem Yeşilköy Havalimanı da artık hizmete açılmıştı. Cebinde beş kuruş parası yoktu ama kendine inancı vardı. İnsanın kendine inancının olması en mühim meselelerden biridir. Moulin Rouge’a uğramak, Lautrec’in kankan kızlarının danslarını eskiz defterlerine karalamak, izbe kafelere dadanan expresyonistlerle laflamak, bunalımlı dadaistlerin sert tartışmalarına katılmak, parlak renkli ecnebi boyalarıyla ışıklı resimler yapmak, güneşin kentin üzerindeki seyrinin peşine düşmek, tebeşirle caddeleri boyamak, kuvvetli bir yağmurun asfaltaki eserleri acımasızca silişini izlemek, sonra tekrar ve tekrar çizmek, sıkılınca Jardin des Tuileries parkta oturup gelip geçenleri, banklarda sabah kahvelerini yudumlayanları, öğle şekerlemesi yapanları, gazetesini pek ciddi bir yüz ifadesiyle okuyanları, öpüşenleri, sevişenleri, kumruları, güvercinleri, serçeleri, ağaçları, heykelleri, binaları gözlemlemek, meydanlarda başkentin en delicanlı flanörü olarak dolaşmak istiyordu, aklını yitirecek denli istiyordu bunu."



14.10.2015

Öykü


Küstahlıkları Kılıflama Bakanlığı

Peter Paul RubensMassacre of the Innocents,(Masum Çocuklar Katliamı ) 1611–12 (Ontario sanat Galerisi),


O yüzyılın ilk çeyreğinde, Küstahlıkları Kılıflama Bakanlığı fazla mesai yapıyordu. Hummalı bir karınca faaliyeti yürütüyordu erkli kullar. Bedenler bombalanarak itinayla soyuluyordu, cüretli cehaletin ateşi körükleniyor ve hırslı bir ağız ortasından biteviye dişliyordu kadim insanlığı. Güvercin ruhlar sabah akşam öğütülüyordu dev kazanlarda. İşler bir türlü bitmek bilmiyordu, kentlerde günbegün emsali görülmedik bir biçimde yeni güvercin ruhlar türüyordu.
İstikrarlı Hissizleştirme Timleri, gün doğumuyla mahallelere dağılıyor, üzerlerine tünemek için sağlam yapılı göğüs kafesleri arıyorlardı. Sırttan kamburlaşırken sizleşmek pek kolayken insanlar bir türlü sizleştirilemiyordu. İnatçı mizaçlardan çok bunalıyordu devlet, bu durum bezdiriyordu bütün erkli kullarını. Denizleri de kaldırıyordu bakanlık. Fenerler birer birer yıkılıyordu. Martılar bile çöplüklerden göçüp gidiyorlardı öbek öbek. İklimi kışa sabitlemişti mühendisler, yaralı ruhlar donarken yönlerini bulamasınlar diye tüm pusulalara manyetik alanlar yüklemişti çalışkan teknikerler. Vahşetin aktörleri kendi eklem yerlerinden mesul tutulmuştu. Sürüp giden gafleti sevaplamak için her kuşluk vakti, muhtarlıkların önünde önceden kılınmış kıyılmışlıklarıyla sahte deliler yeni bir av temsili sahneliyorlardı. Son toplu cadı katliamından bu yana hiç bu kadar kanamamıştı sokaklar. Katli vacip de çıkartmıştı donmaya sevdalı ruhlara, patikalarda pusulasız yürüyen yalın ayaklara çelik sertliğinde, sivri çiviler de icat ettirmişti devlet. Küstahlıkları Kılıflama Bakanlığı’nın tüm gayretlerine rağmen, dikleştikçe kökleşiyordu yaşam hakkı ve ruhu donmadan açmayan bir nergisti umut. Dondukça bir anka kuşu gibi çıkarıyordu kafasını çorak topraktan. Bir kez daha kül ve toz olana dek uçuyordu şehirlerin üzerinde. 

30.09.2015

YAZMANIN KURALLARI

Bu aralar, bir gün gelir de -olacağı tutar ya- bir edebiyat köşesi/sitesi/dergisi editörü benden "yazmanın kurallarını" sıralamamı rica ederse ne derim diye düşünüyorum. Mesele mühim.
O gün geldiğinde buradan kopya çekeceğim. 

Resim: Pietro Rotari, Young Girl Writing a Love Letter, 1775


Soru: Bade Osma Erbayav'a göre yazmanın kuralları nelerdir?
Cevap: "Reca ederim, bu bahsi kapatalım."


Not: Cevap, güzel insan, kadim ruh Adalet Cimcoz sesiyle okunmalı.


Dostlukla...

23.09.2015

ROMAN GÜNLÜĞÜ I




MARUHA'nın hikayesi yazılıyor...



     Fotoğrafta Maruha, Güzel Sanatlar Akademisi'ndeyken. Muhtemelen birinci sınıfın sonu.



Dün gece yarımadayı karman çorman eden, yolları yaran, ağaçları çatırdatan, arabaları seline katıp denize sürükleyen, kumsalları alıp götüren son otuz yılın en güçlü sağanak fırtınası sonrasında bu sabah, az uykuya rağmen, güneşli, şıkır şıkır, tertemiz bir güne uyandım. 
Kos adasına, Bağla ve Yaka tepelerine kadar kristal berraklığında bir görüş imkanı, mis gibi hava ve pencereyi açtığım an içime dolan kahverengi toprak kokusu... 
İlk ışıklarla doğa kendini yenilemişti bile... 
İnsan, zaten, sadece doğaya hayran olsun diye yaratılmış 'teferruat' bir mahluk...
Ufak bir atıştırma sonrası eski fotoğraf balyalarına gömdüm kendimi. Tanığı olduğum böylesi bir yaşam karşısında heyecan duymamak elde değil. 
Önümdeki fotoğraf arşivinden bir değil on roman çıkar elbette, fakat şimdilik sadece bir roman için enerjim var. :) 
Zaman yolculuğuna bir süre ara verdim ve sizinle Maruha'nın kendi çizdiği bir resmiyle Akademi'deyken çekilmiş bir fotoğrafını paylaşmak istedim. 

Dostlukla...

Bade

Not: Fotoğraf bonustur. Kitapta yer alır mı, henüz bilemiyorum.